9 Nisan 2013 Salı


Kitabımız OKU'nun ikinci baskısı www.netkitap.com, İleri Kitapevi, Duvar Kitapevi, Alsancak Genel Merkez'imiz, Marmaris ve Ortaca şubelerimizde satışa sunulmuştur. Çok yakında D&R'larda da bulabilirsiniz. İzmir Tüyap Kitap Fuarı'nda da varız. Kitabımızla ilgili görüş ve düşüncelerinizi bizimle paylaşmanızı diliyoruz. SEVGİ...

www.serkanozkan.com.tr       www.okunlp.com


12 Mart 2013 Salı

SEVGİ ÇEŞİTLERİ


Eğer’ türü sevgi;
En çok rastlanan sevgi türüdür. Bir şarta bağlı, karşılık bekleyen sevgidir. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Evlilikler de bu tür sevgi üzerine kurulduğu zaman çabuk yıkılıyor. Kişi karşısındakinin o andaki haline değil, hayalindeki abartılmış romantik görüntüsüne âşık oluyor ve beklentilere giriyor. Beklentiler gerçekleşmediğinde de düş kırıklığına uğranıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. Örneğin: “Eğer iyi davranırsam beni sever.” Ya da “Eğer karnendeki notlarının hepsi 5 olursa seni severim.”

‘Çünkü’ türü sevgi;
Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu, ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.
Örneğin: “Seni seviyorum çünkü çok güzelsin.”
’Çünkü’ türü sevgi, ’eğer’ türü sevgiye tercih edilir. ‘eğer’ türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğunuz bir nitelik yüzünden sevilmeniz hoş bir şeydir, egomuzu okşar.  Bu tür sevgi, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.
Ama dikkatli bakıldığında bu tür de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha fazla insan tarafından sevilmek ister ya da sevilmesine neden olan özellik kalıcı değilse panik başlar. Bu tür insanlar, sevilecek niteliklere kendinden daha fazla sahip birini görünce de korkarlar, kıskanırlar, huzursuz olurlar. Böylece yaşamlarına sonsuz bir sevgi kazanma çabası ve rekabeti girer. Sevginin kalıcılığı konusunda hep bir kuşku vardır.
 
‘Çünkü’ sevgisinde iki sorun daha vardır:
1- “Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu. Biliriz ki tüm insanların iki yönü vardır. Biri dışarıya gösterdikleri, diğeri ise sadece kendilerinin bildiği.  ‘’İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse’’ korkusu buradan gelir.
2- ‘’Ya bir gün değişirsem insanlar beni sevmezse ’’ endişesidir.

‘Rağmen sevgisi’:
Sevgilerin en gerçeğidir. Bir koşula bağlı olmadığı ve karşılığında bir şey beklenmediği için ‘eğer’ türünden farklıdır. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için ’çünkü’ türü sevgi de değildir. Bu sevgide insan ‘’bir şey olduğu için’’ değil, ‘’bir şey olmasına rağmen‘’ sevilir.

Ruh eşi bizim gerçekte kim ve ne olduğumuzun göstergesidir. Ruh eşimizi bulmak için önce kendimizi sevmemiz gerekir. Kim ve ne olduğumuzdan hoşlanmamız gerekir.
Birbirini seven çiftlerin kişilikleri çok farklı olsa da öz değerleri ve bilinç boyutları birbirine denktir. Gerçek ilişkiye daha fazla kendiniz olabilmek ve partnerinizle kendinizi daha rahat hissetmek, sevecen, paylaşımcı, verici, şefkatli ve affedici olmak için girilir. İlişkiden bir şey almak için giriliyorsa duvarlar baştan örülmeye başlanmıştır bile.
 
Hayatımıza genelde yanlış insanları çekmemizin nedeni kim olduğumuzu bilmediğimiz, kendimizi tanımadığımız içindir. Partnerlerimizi de o anki ihtiyaçlarımızın karşılaması için yani ondan alabileceğimiz şeyler olduğunu düşündüğümüz için seçiyoruz. Önce kim olduğumuzu bilmek ve kendimizi tanımaya başlamak ve hayatın kontrolünü kendi ellerimize almak önemli. Bunu başarana kadar hiçbir şey istediğimiz gibi olmayacaktır.
 
Hepimizin bilinçaltında kendimize ait bir imaj vardır ve bu imaja layık gördüğümüz insanları hayatımıza çekeriz. Öz imajımız, göründüğümüzden çok farklıdır genelde. Dışarıdan çok başarılı görünen nice insan, iç dünyasında kendisini sevilmeye layık görmeyebilir. Bu, değerlilik duygusuyla ilgilidir.
 
Zihnimizde kendimizle ilgili imajı değiştirmeden yaşantımıza çektiğimiz partnerlerin isimleri değişebilir ama her biri aslında bir diğerinin benzeridir.
 
Sorduğumuz sorular odaklandığımız şeylerdir ve odaklandığımızı hayatımıza çekmeye devam ederiz. Bir şeyi düşünmemeye odaklandığımızda zihnimizde düşünmek istemediğimiz şeylerden başka bir şey düşünemez hale geliriz. Yapmamız gereken, bizim için daha sağlıklı olan başka bir şey düşünmek, başka bir şeye odaklanmaktır.
 
Zor şeyler yaşadığımızda, zor bir süreçten geçtiğimizde bizim için en doğru seçim, olanı kabul edip geride bırakmaktır. Yeniye yer açmak istiyorsak eskiden vazgeçmemiz gerekir.
Çekim yasası, kendimizin yaydığı enerjiye uygun olan her şeyi bir mıknatıs olarak kendimize doğru yönlendirmek olarak açıklanabilir. Aslında olmayan bir şey yaratmıyoruz. Sadece yaratıcılık boyutuna girerek, yaratmayı seçtiğimiz şeyi kendimize çekiyoruz. Zaten var olmayan bir şeyi hayal bile edemeyiz.
 
Siz değişmedikçe alınan sonuçlar da birbirinin benzeri olur. Aynı yöntemi deneyerek farklı sonuçlar elde edemeyiz. Başkalarını değiştirmeye çalışarak değişemeyiz. Zaten bu mümkün değildir. Ancak biz değiştiğimizde hayatımıza çektiğimiz partnerin de kalitesi değişir.
Birbirine yaslanarak yürütülmeye çalışılan ilişkilerde, birisi pozisyonunu değiştirdiğinde ikisi de yere düşer ve canları acır. Aşkın ilk hali geçtikten sonra insanı süründürmesinin sebebi de budur.
 
Sevgi insanı olgunlaştırır. İçimizdeki sevgi ifade bulduğu ölçüde olgunlaşırız ve ışığımızı yayarız.
 
Sevgi verir, sevgi çoğaltır, sevgi özgürleştirir. Çünkü doğası budur. Olgun bir ilişkide iki insan da birbirinden almaya değil, birbirine ne vereceğine odaklıdır. Vermekten müthiş doyum hisseder. İki taraf da kendisini bir araya gelmelerinden öncesine göre daha özgür hisseder. Sevginin özgürleştirici gücüdür bu. Sevginin ancak özgürlük ortamında gelişimini sürdüreceğini bilir olgun sevgi. Çiftin iki üyesi de tek başına yaşayabilir ama birlikte olmayı bir tercih olarak seçerler. Birbirlerine dayanmazlar birbirlerini çoğaltırlar. Tek başına mutlu olmayı beceremeyen insan, bir ilişkiyi sağlıklı yürütmeyi beceremez ve mutluluğa sahip olamaz. Özetle; Olmuyorsak, yapamayız ve sahip olamayız.(sahip ol-yap-ol kuralına terstir)
 
Oysa özgürlüğü kısıtlayan, yok eden duygu, sevgi değildir. Tutkudur, alışkanlıktır, karşılıklı gizli çıkarlar ilişkisidir ama sevgi değildir.
 
Olgun insan sevgi eksikliğini başkası ile değil, içindeki sevgiyi ortaya çıkararak tamamlayan, kendisini bütün hale getiren insandır. Bu nedenle iki bütün insanın birlikteliği; iki tarafı da çoğaltır, zenginleştirir, daha da özgür ve aynı zamanda birbirlerine bağlı kılar; ama dikkat edelim bağımlı değil. İki taraf da bireydir; tek başına olma zamanları kendi yaratıcılıklarını ifade etme, üretken olma zamanıdır. Tek başına olmaktan da yalnız olmaktan da birlikte olmaktan olduğu kadar keyif alınır.

KENDİMİZİ YENİDEN YARATMAK
Genlerimizin kurbanı değiliz. Genlerimizi düşüncelerimizle ve inançlarımızla değiştirme gücüne sahibiz. İnançlarımız doğru ya da yanlış, olumlu ya da olumsuz bile olsa genetik aktivitemizi etkiliyor. Örneğin hastalığı ya da sağlığı yaratan bizim bilinç ve bilinçaltı inançlarımızdır. Ailenizden gelen genetik mirası değiştirebilirsiniz. Çünkü bilincimizi sağlıklı inançlar yaratmak konusunda yeniden programlayabiliriz. Bu da bedenimiz ve hayatımız üzerinde olağanüstü pozitif etkiler yaratır. Gerçekten iyileşmek ve pozitif olmak istiyorsanız önce sağlığınızı engelleyen inançlardan özgürleşmeniz gerekiyor.
 
Her türlü alışkanlık, tekrarla oluşur. Bir süre sonra bu alışkanlık otomatik hale gelir. Bazı alışkanlıkları çevremizdeki insanları taklit ederek kazanırız. Bir alışkanlığı bırakmaya çalıştığımızda bilinçaltında onun yararlarıyla bağlantı kurarız. Bu alışkanlığın bilinçaltında gizli bir kazancı vardır ve alışkanlık bir süre sonra ihtiyaca dönüşür.
 
Zihnimizin bilinç ve bilinçaltı bölümü var. Bilinçli zihin, davranışlarımızın % 2’sinden sorumlu; davranışlarımızın % 98’i ise bilinçaltı inançlar tarafından yönetiliyor. Bilinçaltımız günlük yaşamımızdaki davranışlarımızı, algılarımızı yaptığımız şeyleri belirliyor. Aslına bakarsanız yaptıklarımızın, bir dizi koşullanmış davranışlar ya da koşullanmış seçimler süreci olduğunu söylemek mümkün.
 
Esas sorunumuz kendimizi tanımamamız. Kendimiz hakkında hiçbir şey bilmeden üstelik de bildiğimizi sanarak hayata atılıyoruz. Anlayış kazanmak yerine anlaşılmayı bekliyoruz. Anlayış kazanmak için kendimizi tanımamız gerekir. Kendini tanımak ise bir insanın alabileceği en yüksek eğitimdir.
 
Her gün sağlıklı olduğunuz için şükran duyun, sağlığınıza odaklanın. Aynaya bakıp bedeninizin her parçası için şükran duyun. Onlar size hizmet ediyor. Şimdiki halinizi kabul ettiğiniz takdirde bedeniniz ideal formuna girmek için size yardım edecektir.
 
İstediğinizi sandığınız beden ölçüleriyle yaşamaya kendinizi layık görmediğiniz için o bedene ulaşamıyorsunuz. Ama öncelikle şimdiki bedeninizle barışmanız gerekir.  Kendinizi sevmezseniz paradoksal bir biçimde sevmediğiniz formunuz sürekli hale gelecektir. Kilolarınıza direnirseniz onlar da sizinle kalmaya devam eder.  Neye direnç gösterirseniz o sizinle kalır.

POTANSİYELİMİZİ AÇIĞA ÇIKARMAK
Zorlanmak iyidir çünkü bizi geliştirir. Yaratıcılığımızı arttırır, ufkumuzu genişletir. Elde ettiğimiz şeylerin kıymetini bilmemizi sağlar. Onlardan alacağımız zevki büyütür.
Her insanda özel armağanlar, özel yetenekler ve kapasite vardır.  Bunların ortaya çıkması için kendi potansiyelini gerçekleştirmesi gerekir. Sadece çalışmak zengin ya da başarılı olmaya yetmez. Sevdiğiniz işi yaparak ve doyum alarak çalışıp yaratıcılığınızı da kullandığınız takdirde para kazanmak doğaldır. Kendi emeğiyle, çabasıyla zengin olan insanlara baktığımızda hepsinin yaptığı işten zevk ve doyum aldığı, kendisini bir biçimde ifade ettiği alanlarda ürün ya da hizmet sunarak maddi refaha eriştiğini görürsünüz.
 
Öğrenilmiş çaresizliğe teslim olmayın, başarısız olunca bir daha bir daha deneyin, yöntemlerinizi değiştirin yine deneyin. Norman Vincent Peale “Sahip olduğunuz koşulları değiştirmek için önce farklı düşünmeye başlayın.” diyor, siz de deneyin. Ya da Michelangelo’ya kulak verin: “İnsanlar, benim ustalığımı elde etmek için ne kadar sıkı çalıştığımı bilseler, ustalığımın o kadar hayret edilecek bir şey olmadığını da anlarlar.” diyor büyük usta.
 
Yorulmadan gittiğiniz yol, yol değildir. Gerçek yolunuz, yorulduğunuz ama keyif aldığınız için kendinizi hafif ve enerjik hissettiğiniz yoldur.
 
İnsanlar hayatlarında yarattıkları her şeyi odaklanma gücüyle yaratır. Odaklanma gücü insan beyninin doğasında vardır.  Neye odaklanırsanız hayatınızda onu yaratırsınız. 


www.serkanozkan.com.tr   www.okunlp.com
0532 492 26 20


7 Mart 2013 Perşembe

KİŞİSEL GELİŞİM & SAĞLIKLI YAŞAM

Gelecek yıllar için neler planlıyorsun? Onları büyük bir sevinç, heyecan ve umut ile karşılamaya mı hazırlanıyorsun, yoksa beyaz teslim bayrağını daha şimdiden çektin ve yaşamının boşa gittiğine mi karar verdin? Bir yaşamöyküsünü yazmaya niyetlendiğinin fakat bunun yerine bir başkasını yazdığının, şimdi büyük bir üzüntüyle farkına mı varıyorsun? Elde ettiğinle elde etmeyi umduğun arasındaki farkı görüp pişmanlıklar ve kendine acıma duygularıyla mı doluyorsun? 

Engellerin bizi hedeflerimizden şaşırtmasına izin veriyoruz. Oysa bir zamanlar Marie Curie’nin de anımsattığı gibi, yaşamda hiçbir şeyin bize korku vermemesi, fakat sadece anlaşılması için dünyamızı değiştirme olanağına sahibiz.
 
Kişisel gelişim ve sağlıklı yaşam insanların en çok aradıkları… Hayattaki ilk önceliğimiz: Sağlık… Bazen hayatın telaşına kendimizi kaptırsak da her hastalık, kaza ya da ölüm haberinde her şeyin boş olup önceliğin sağlık olduğunu düşünürüz. bununla birlikte  tekrar iş, sosyal hayat ve diğer şeylerin yoğunluğuna düşüp sağlıklı yaşamı bir kenara iteriz. Ta ki yine çevremizde böyle bir olumsuz haber duyana ya da daha kötüsü başımıza gelene dek…
Bununla birlikte iş ve özel hayatımızda fark yaratan özel insanlardan olmak isteriz. Liderlik becerilerimizle, etkili iletişimimizle, farkındalığımızla iz bırakmak isteriz. İnsan ilişkilerinin hayatımızda çok önemli olduğunu bilerek her gün bu konularda bir adım atmaya çalışırız…
Bu köşede sürekli olarak bir şeyler paylaşıyorum sizlerle. Zaman zaman “kişisel gelişim ve sağlıklı yaşam” adına da bir şeyleri paylaşacağız…
 
Günümüzde herkes beslenme alışkanlıkları, spor bilinci, su içme bilinci, doğal beslenme ürünleri, organik gıdalar, vitaminler, çaylar vb ile vücuduna soktuğu şeylerin kalitesini arttırmaya çalışmakta… Herkeste bir erken yaşlanma korkusu… Hepimiz genç kalmak, iyi görünmek, kendimizi zinde hissetmek, enerjik, canlı, pozitif olmak istiyoruz… Ve biliyoruz ki tüm bunlar için en başta düşüncelerimizi yönetmeyi öğrenmemiz gerekiyor… Yani KENDİMİZİ YÖNETMEYİ öğrenmemiz gerekiyor…  Düşüncelerimizi, duygularımızı, davranışlarımızı yönetmeyi öğrenmemiz gerekiyor… Tutumumuzun farkındalığını kısacası…
Haklısınız tabi kolay değil, böyle burada yazmakla da bunu halletmiş olmuyoruz. Zaten ‘Tamam ben bu işi çözdüm!’ demek çok büyük bir kandırmaca. Bu öyle bir süreç ki sürekli üzerinde çalışmak ve her öğrendiğinde daha da çok öğrenmen gereken şeyin olduğunu fark etmek… Hep söylediğim gibi “benim öğrenme sürecim toprak olana kadar devam edecek…”diyebilmek… İnsanoğlu sürekli öğrenen bir varlık çünkü. Düşünsenize aşkta bile öyle değil mi?
 
Gelişiminizin sürekli olması dileğiyle…

www.serkanozkan.com.tr    www.okunlp.com
0532 492 26 20


25 Şubat 2013 Pazartesi

ÇEKİRDEK İNANÇLAR VE KİLO VERME

Yıllardır her yeni çıkan diyeti denemiş üstelik de düzenli olarak spor yapan bir danışanım “Eskiden ne güzel inceciktim. Şimdiyse, su içsem yarıyor, bıktım artık büyük beden mağazalarından alışveriş etmekten. Tamam! XXS beden olma beklentim yok ama hiç olmazsa 38’e sığayım.” diye yakınmıştı benimle çalışmaya ilk başladığında.

İlk önce nerelerde kaçaklar olduğunu saptamaya çalıştık birlikte. Yemeğin tuzuna bakmak için üç beş kaşık ‘götürüyor’ muydu? Her buzdolabını açtığında ağzına bir şeyler mi atıyordu? Çantası, çekmecesi abur cubur mu doluydu? Kızartma ya da sarmanın yarısı pişirme esnasında danışanımın midesiyle tanışmış mı oluyordu? Dr. Öz’ün tavsiyelerini abartıp avuç avuç ceviz fındık mı yiyordu? Her gece bir iki kadeh içki mi içiyordu? Cumartesi, pazar “Bugün off’um arkadaş!” deyip brunch’ları Roma sofrası haline mi getiriyordu?
 
 Yok! Bunların hiçbiri olmuyordu. Yaptığı diyetlere harfiyen uyuyor bir miktar gerçekten de zayıflıyordu ancak devam diyetine geçtiği anda – tüm kurallara uyduğu halde – hızla kilo almaya başlıyordu. Son bir umut merkezimize başvurmuştu.
 
Yaptığımız çalışmalar sırasında, çekirdek inançlarını araştırmaya başladığımızda şöyle bir durum ortaya çıktı: Bu hanımın annesi çalışan bir kadındı ve ona halası bakmıştı. Hala, hoşsohbet, çevresinde son derece sevilen ve saygı duyulan bir kadınmış. Danışanım da halasına benzetiliyormuş zaten. Bütün komşuları her sabah, sabah kahvesi için halanın evine gelir, kahve içme seremonisi çay, kek, börek ve çörekler ile devam edermiş.

Danışanım ise zayıf bir çocukmuş ve gerek halası gerekse komşu teyzeler tombul hanımlar olup sürekli olarak onlardan “Bir dirhem et bin ayıp örter, kadın dediğin biraz etli butlu olmalı.” laflarını duyarmış. İlk çıktığı erkek arkadaşı da onu çok zayıf olmakla eleştirirmiş. Hatta bir keresinde, “düz popolu” ve “tahta göğüslü” dediğini hatırlıyor erkek arkadaşının kendisi için. Ayrıldıktan kısa bir süre sonra erkek arkadaşı, poposu büyük bir başka kız ile çıkmaya başlamış sonrasında da evlenmiş o kızla.
 
Bu örnekte, çekirdek inancın küçük yaşta ortaya çıkması, sonrasında da bir deneyimle beslenmesi ve kemikleşmesine tanık oluyoruz. Bu çekirdek inancın değiştirilmesi çalışmaları sonucu danışanım kilo vermeye başladı, sonrasında da verdiği kiloları almadı.
 
Geçmişimizde oluşturduğumuz çekirdek inançlarımız yaşantımızın sonraki kısımlarında kendimizle ilgili yargılarımızı belirliyor, yapabileceklerimizi ya da yapamayacaklarımızı da. “Benim matematiğe kafam basmaz çünkü ben bir kızım.” “Ben ev işlerinden anlamam çünkü erkeğim.” “İyi araba kullanamam çünkü bir kadınım.” “Çocuğun altını alamam çünkü erkeğim.” “Topluluk karşısında konuşamam çünkü biraz pısırığım.” Örnekler çoğaltılabilir. Kişinin kendisine ilişkin yargılarının temelinde çoğu kez çekirdek inançları yatar. Oysa bugün, o gün değildir. Geçmişteki bir başarısızlık şimdi de başarısız olacağımızın garantisi değildir.
 
Şimdi çekirdek inançlarımızla yüzleşme zamanı. Nelerden hiç denemeden tamamen vazgeçiyoruz? Neleri kendimize yasaklıyoruz? Bir kez daha düşünelim.
 
Gelin hep birlikte NLP sloganını bir kez daha söyleyelim, hem de yüksek sesle: BAŞKASI YAPABİLİYORSA BEN DE YAPABİLİRİM!



www.serkanozkan.com.tr
www.okunlp.com
0 532 492 26 20

11 Şubat 2013 Pazartesi

HER ŞEY BEYİNDE BAŞLAR

Beynimiz, yarattığı her düşünce ve sahip olduğu her inançla bedenimizde birtakım kimyasalların salgılanmasına neden olmaktadır. NLP ile zayıflama teknikleri, zihinde üretilen yanlış düşüncelerin, inançların ve yanlış kanıların değiştirilerek, bedenin doğal zayıflama süreçlerini başlatmaktadır. Bu yöntem sayesinde, beyninizin yemek yemeye ve kiloya nasıl anlamlar yüklediğini öğrenirsiniz. Sistemin en önemli yanı, bu inançlarınızı nasıl değiştireceğinizdir. 

Herkes, ne yapmamamız gerektiğini söyleyip durur, aynı şekilde bizler de ne yapmamamız gerektiğini çok iyi biliriz. Ancak bunu "nasıl" yapacağımızı bilememek bütün sorunumuzdur. NLP ile zayıflama tekniği aracılığıyla, yapmanız gereken ve yapmamanız gereken şeyleri "nasıl" yapacağınızı öğreneceksiniz.

NLP ile zayıflama tekniğini kullanmaya başlayan kişiler asla ne yiyecekleri ya da ne yemeyecekleri konusuna odaklanmazlar. Bilinçlerini farklı konulara odakladıkları için bedelerinin kendi temposunda ve zorlanmadan kilo vermesini sağlayabiliyorlar.

Düşünce gücüyle insanın yanmayan eli bile su toplayabiliyorsa (Nörolog Dr. M. Kammers'in çalışması) aynı gücü kullanarak niçin zayıflamak mümkün olmasın?..

       www.serkanozkan.com.tr         www.okunlp.com